Endüstri Devrimi’nden bu yana, geç sanayileşen bütün ülkelerin, Britanya’nın seviyesini devlet odaklı kalkınma ile yakaladığı gerçeği, kalkınma iktisadında yaygın şekilde kabul edilmektedir. Ancak kalkınmanın ekonomi politiğini çalışan sosyal bilimciler arasında, devletin ekonomik gelişmeyi beslemekteki rolünün ne olduğu sorusu en kilit tartışma konularından biri olarak kalmaya devam etmektedir. Japonya’ya referansla, ilk defa Chalmers Johnson tarafından kullanılan ve 1980’lerde ve 1990’larda Doğu Asya’nın “yeni sanayileşen ülkelerine” uyarlanan “kalkınmacı devlet” terimi, sanayi politikaları ve düzenlemeleri ile ekonomik gelişmeyi teşvik eden devleti kavramsallaştırmaktadır.
Laura Routley’in (2014)1ifade ettiği gibi kalkınmacı devletin tanımı üzerine de pek çok tartışma bulunmaktadır. Fakat, bu postu yazarken benim ayrıca ilgimi çeken, kalkınmacı devletin özellikleriyle ilgili tartışmalardan çok; bilhassa neoliberal yapısal düzenlemelerin yol açtığı “kayıp 10 yılların” yıkıcı etkisinin başlarında, devletlerin küreselleşmeye verdiği tepkileri analiz ederken bu kavramın ne gibi bir analitik etkiye sahip olacağıdır. Başka bir deyişle, ‘Doğu-Asya modeli’ devlet odaklı kalkınma, günümüzde Doğu Asya haricinde Asya’daki, Afrika’daki ve Latin Amerika’daki kalkınma stratejilerine uyarlanabilir mi?
Kendi ilgi alanım olan Sahra Altı Afrika özelinde, kalkınmacı devlet kavramının uygulanabilirliği, ilk defa bu fikrin, daha önceki dönemlerle ilgili olarak Afrika’daki devletlere getirilen olumsuz eleştirileri dengeleyebilecek potansiyelde bir fikir olduğunu anlayan Thandika Mkandawire2 tarafından ele alınmıştır. Bugün Etiyopya, Botsvana, Ruanda ve diğer devletler, doğal kaynakların işletilmesine, kalkınmayı desteklemek için kullanılabilecek alternatif mali yöntemlere, yoksullara öncelik veren, yoksulluğu azaltıcı ve sosyal içerikli programlara, (turizm, bilgisayar teknolojileri, inşaat ve emlak gibi) hizmet sektörlerinin geliştirilmesine, farklı karşılaştırmalı üstünlük faktörlerine dayanan ve/veya yeni gelişmekte olan sanayi kolları için değişik teşvik ve koruma yöntemlerini temel alan yeni sanayi planlamasına temel alan geniş bir yelpazedeki kalkınma stratejileri baz alınarak farklı şekillerde analiz edilmiştir.
Bir devletin bu çeşit bir yapısal dönüşüm geçirme ve endüstriyel gelişimini tetikleme kabiliyeti, o zaman diliminin koşullarıyla kısıtlanmıştır. Doğu Asya devletleri, belirli bir tarihi konjonktürün kendine has avantajlarından yararlanmıştır ve onların tecrübeleri kolaylıkla başka bir yerde; özellikle on yıllar boyu uluslararası finans kurumları tarafından, kapitalist gelişimi desteklemek için neredeyse zar zor anlamlı katkı sunabilecekleri noktaya kadar zayıflatılan Afrika’daki devletlerde, tekrarlanamaz. Afrika’daki kalkınmacı devletler iki problemle karşı karşıya kalmaktadır. İlk problem, Doğu Asya’da kalkınmayı sağlayan, olayların geliştiği tarihsel bağlamın ve onun özelliklerinin artık mevcut olmamasıdır. İkinci problem, Ohno ve Ohno’nun3 iddia ettiği gibi Doğu Asya’daki her devletin, farklı bir kalkınma stratejisi izleyerek kalkınmasıdır. Benim kendi çalışmam, özellikle petrol destekli bir gelişmenin olduğu Angola’yı4ve Nijerya’yı5inceleyerek Afrika’daki eski/yeni gaz ve petrol üreticilerinin, “petro-kalkınmacı devletlere”6dönüşmesi ihtimaline konsantre olmaktadır.
Latin Amerika’da, devlet müdahalesinin mantığını tarif etmek ve açıklamak için 2008’deki finans krizlerinden doğan ve şuanda etkisini kaybetmeye başlayan emtia patlaması ve iyileşme tarafından sunulan yeni fırsatlardan yaralanmak isteyen sol eğilimli hükümetlere kılavuzluk eden “yeni kalkınmacılık” kavramı kullanılmaktadır. Brezilya’da7 ve Şili’de8 olduğu gibi yeni kalkınmacılık, neo-yapısalcılık şeklini almıştır. Neo-liberalizme alternatif bir politika gidişatı olan neo-yapısalcılık, küçük firmaların ihracat kapasitelerini arttırmak, özellikle yoksullar için daha geniş sosyal koruma mekanizmaları oluşturmak ve adil bir büyüme yaratmak için esas olan sosyal bütünlüğün ve vatandaşlık haklarının tanınması hususlarına vurguyla, kapsayıcı ekonomik büyümeye ulaşmak için daha fazla devlet düzenlemesini ve kalkınma planlamasını içermektedir.
Afrika’daki devletler benzer bir müdahale strateji izlemeye teşebbüs ettiğinde, kapsayıcı ekonomik büyüme hedefi herkes tarafından benimsenmemiştir. Bu farklılık, son zamanlarda yayınlanan bir UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) raporunun9 da tespit ettiği üzere gelir eşitsizliği açısından Latin Amerika’nın ve Afrika’nın neden farklı yönlere doğru gittiğini açıklayabilir. Sonuç olarak, bu farklılık, Afrika’daki kalkınmacı devletler için çok büyük bir sıkıntıyı temsil etmektedir. Ancak bu aynı zamanda ilgili devletlerin sivil toplumlarının, kendi devletlerinin kalkınma gidişatlarını şekillendirme konusunda daha geniş rol oynayacakları, açık bir alanın varlığına da işaret edebilir.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.