Neoliberalizmi çağımızın “sağduyu”suna dönüştüren kesinlikler, buhar olup uçuyor. Özelleştirme, piyasalaştırma, finansallaştırma ve ticaretin serbestleştirilmesi gibi denenmiş ve test edilmiş politikalar çekimini kaybetti ve yerleşmiş siyasal sistemler de meşruiyetini kaybediyor. Kitlesel protestolar beklenmedik yerlerde doğuyor ve yeni şekiller alıyor. Kendileri de giderek artan bir biçimde etkinliklerini kaybetmekte olan, en istikrarlı siyasiler bile güç üzerindeki hakimiyetlerini kaybediyorlar. Küresel liberalizmdeki ekonomik karmaşa topyekün siyasal krize dönüşüyor.
İşlevsiz bir ekonomi…
1980lerden beri neoliberalizm, sermaye birikimi için eşi benzeri görülmemiş olumlu koşullar yaratmıştır. Ardından gelen ekonomik büyüme, zenginler için görülmemiş bir refahın eski yoksulluk ve dışlanma eğilimleriyle bir arada var olduğu güç, gelir ve refahın aşırı yoğunlaşmasıyla destekleniyor. Ancak, Büyük Buhran’dan bu yana Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) “çekirdek” ülkelerindeki birikim, düşen yatırım oranları ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) büyümesi, tırmanan istikrarsızlık ve giderek artan sıklıktaki finansman kaynaklı krizlerle karşı karşıya kalıyor ve en derin ve en uzun daralma noktasına ulaşıyor. Ayrıca ihyalar gittikçe durgunlaşmaya başladı: Büyük Duraklama şimdi, hiç dinmeyecekçesine dünya ekonomisini içine çekiyor.
Bu sonuçlar direkt olarak neo-liberalizmin belirleyici özelliklerinden ve ekonomik çelişkilerinden gelmektedir. Neo-liberalizmin (ç.n.) “reformları”, daha önceki mal ve hizmet tedarik sistemlerini yürürlükten kaldırdı, ekonomik faaliyetin eş güdümünü engelledi, sosyal olarak istenmeyen ücret ve istihdam kalıpları yarattı, sosyal olarak belirlenen önceliklere ulaşmak için sanayi politikalarının kullanılmasını yasakladı, ödemelerin dengesini yapısal olarak uluslararası sermaye akışına bağımlı yaptı ve finansal kurumların neredeyse istedikleri anda, kaynaklarını üretimden spekülasyona çekmesine izin verdi. Beklendiği üzere, neoliberalizmin etkisi altında birikimler, eninde sonunda patladığında yıkıcı sonuçlar doğuran balonlar şişirmektedir.
…defolu bir siyasal siyasal sistemle bir araya geldiğinde…
Neoliberalizmin politik projesi, ekonomiyi siyasal “müdahale”den korumak için tasarlanmış, yozlaşmış bir demokrasi modeli içerir; burada halk katılımı sıklıkla, iğneleyici sağ-kanat medya tarafından kontrol edilen sterilize edilmiş politik pazarda, neoliberalizmin tonları arasından seçim yapmakla sınırlandırılmıştır. Bu arada, sosyal koşullar, üretim bileşimi, istihdamın yapısı ve gelirin dağılımı hakkındaki önemli tercihler; finansal kurumlar, ticari dernekler, uluslararası örgütler, Avrupa Komisyonu ve ABD Dışişleri Bakanlığı gibi başka yerlerde yapılmıştır. Sol partiler, ticari sendikalar ve kitle örgütleri çökünce, kaçınılmaz olarak, siyasi yelpaze sağa kaydı. Toplumsal ayrışma ve kolektif muhalefetin tıkanıklığı, siyasi ilgisizlik, ümitsizlik ve siyasetçilerin sadece alma için var oldukları duygusunu besledi.
Birçok neoliberal demokrasi şimdi hengame içinde kaybolmakta. Euro bölgesi çevresinde, Yunanistan ve İtalya’da seçilmiş hükümetler, tuhaf bir şekilde daraltıcı ekonomik politikaların uygulanmasıyla görevli sözüm ona tarafsız teknokratlarla değiştirildi. Daha sonra, Yunanistan’da dağıtımcı stratejileri savunan seçilmiş bir yönetim ezildi. Durağan Avrupa’da şimdi, sert bir uygunluk hüküm sürüyor. Çok geçmeden neoliberal politika krizleri küresel çevreye ulaştı. İşte, ekonomik istikrarsızlık, Arjantin, Macaristan, Hindistan ve Polonya’daki az çok dürüst seçimler dahil, Brezilya, Honduras ve Paraguay’daki yargı-parlamento darbeleri, Türkiye’de anayasal ayrıcalıkların suistimali, ve Mısır ve Tayland’daki askeri darbeler, çeşitli yöntemlerle gücü ele geçiren otoriter rejimlerin yükselişine yardımcı oldu.
Nihayet, rahatsızlık “merkez” NATO ülkelerine ulaştı. İstikrarsız ama sert sağ Donald Trump, ABD Başkanı seçildi, ve Brexit İngiltere’deki halk oylamasını kazandı. (oylamanın ne hakkında olduğu konusunda kimse fikir birliğine varamasa bile). Fransa’da sert bir ulusal devlet kozu Liberté’nin etrafında gezinirken, Marine Le Pen, Élysée’ye çıkıyor. Yerelci popülizm Avusturya, İsviçre ve İskandinavya’da büyümekte ve AB’nin doğu çevrelerindeki aşırı sağcı beceriksiz politikacılar, dümensiz toplumlara kendilerinden daha zayıf olan “düşman” lara, çoğunlukla daha güneydeki daha dramatik gerçeklerden kaçan koyu tenli mültecilere, karşı öncülük etmektedir.
…milliyetçi otoriterlik üretir.
Tarihin Sonu’na göre, milliyetçi otoriterlik neoliberal demokrasinin muzaffer ilerleyişinde geçici bir yalpalanma değildir; “adaptasyon”, enflasyon kontrolü ve “rekabet” kılıfı altında neoliberal toplumların yeniden yapılandırılmasının doğrudan bir sonucudur. Bunu yaparken, neoliberalizm de kendi politik sistemlerini ve temsil kurumlarını yürürlükten kaldırmıştır.
Eleştirel olarak, neoliberalizm geniş ve heterojen bir dizi kaybeden yaratmıştır. Milyonlarca ustalık gerektiren iş ortadan kalktı ve tüm uzmanlık alanları buharlaştı ya da ucuz kıyılara ihraç edildi. Kamu sektöründe “iyi” istihdam olanakları küçüldü, iş istikrarı azaldı ve ödeme koşulları neredeyse her yerde kötüye gitti. İş gücü şartları kayıt dışı işçiler, geleneksel orta sınıflar ve aradaki hemen herkes için bozuldu. Dünya çapında yüz milyonlarca insan vasıfsızlaştı ve tehlikeli işlere girdi. “Kaybedenler”; istikrarlı bir istihdam ihtimali olmayan kayıt dışı çalışanları, işlerinin ihraç edilmesinden korkan veya sersemleyen vasıflı işçileri, borçlu küçük işletme sahiplerini, iflas eden küçük çiftçileri, nesli tükenmekte olan orta yöneticileri, endişeli devlet memurlarını, tehdit edilen emeklileri, ve bir zamanlar ayrıcalıklı olup gelişen maddi koşulları gelecek nesillere vasiyet edememekten korkan toplumsal tabakaları kapsıyor.
Birçok ülkede, bu ayaklanmalar ekonomik olarak daha düşük performans, krizlerle noktalanmış uzun vadeli durgunluk, ekonomik ilerleme için daralan olasılık, sosyal ayrışma, politik çıkmaz, ve yaygınlaşmış bir yabancılaşma duygusu ortaya çıkardı. Tamamen seyreltilmiş bir demokrasi, neoliberalizmin kurbanlarını tamamen atlatmak olarak algılanıyor.
“Kaybedenler”, demokrasinin tahliyesini, ekonomik istikrar ve ömür boyu istihdam, kanun ve düzen, tıpkı kendilerine benzeyen komşular ve itaatkar eşler gibi (sınırlı) ayrıcalıkların olduğu “eski güzel günler”in aksine yolsuzluk ve el koymanın objektifinden algılama eğiliminde. Günümüzün siyasal sistemleri, ahlaki açıdan dürüst “kaybedenler” kıt kanaat geçinirken, öncelikle zenginlere (bankacılar, vergi kaçakçıları, kendini devam ettiren siyasi seçkinler, yabancı iş adamları), sözüm ona “ayrıcalıklı azınlıklar”a (kadınlar ve seçilmiş etnik, ulusal veya dini gruplar anlamına gelmek üzere inşa edilmiş) ve yabancılar sürüsüne hizmet ediyormuş gibi görünüyor. Belki de bu ekonomik sıkıntılardan da kötüsü, toplumsal duruşlarının yozlaşmasıdır: Onlara neyin neden çarptığını anlamakta zorlanıyorlar.
Tıpkı dağınık sosyal grupların elitlerin politik etkisine karşı savunmasız olması gibi, neoliberalizm altındaki bir dizi kaybeden de siyasi sağ tarafından ele geçirilmeye yatkındır. Kaybedenler, toplumun tabanındaki belirli rakip gruplara saldırmak için siyasi araçların yerleştirilmesini desteklerken, ortak maddi koşullardan faydalanan bir bütünlük duygusundan yoksundurlar ve neoliberalizmin siyasi işlevsizliğine güvenmezler. Umutlarını ve korkularını; haklar, saygı, kontrolü geri alma ve arkaik haklarını koruma söylemleriyle ve “işleri halleden”, “güçlü” liderler öncülüğünde, evrensel (sınıfsız) etiğe ve “sağduyu”ya dayalı tepkisel programlara yansıtıyorlar.
Bu tercihler, kaybedenlerin; kaybetmekten bıkmış ve liyakat, vatandaşlık veya herhangi bir şeye dayalı güvenlik hissinden yoksun kişilere kazanç sağlama ve tıkanmış bir sistemi kısa devre yaptırmanın yollarını umarsızca aramalarını göstermektedir.
Ayrıca, çoğunluğun yaşam koşulları bozulmayı sürdürürken, hareketsizlik için defalarca karmaşık bahaneler üreten kurnaz politikacılardan iğrendiklerini ifade ediyorlar. Savaş sonrası sosyal demokrasinin çöküşü, doğrudan bu neoliberal baskılarla ilişkilendirilebilir.
Anaakım muhafazakar partiler, söylemlerinin tutarlılığını kolaylaştıran neoliberal ideoloji ve politika uygulamalarına yakın tanımlanmaları ve sağın kullanmış olduğu yanıltıcı veya gerçekçi olmayan programlar ve milliyetçi sloganlar sayesinde daha büyük mukavemet göstermişlerdir. O halde sağ, hoşnutsuz seçmenlere, birbirleriyle ve hatta neoliberalizmin kendisiyle çelişkili olmasına rağmen istek uyandıran rastgele bir menü sunabilecek kadar iyi konumlanmıştır. Bu programlar tecrübesiz, dışlayıcı, bölücü, yabancı düşmanı, ırkçı ve ahlaki açıdan tutucu olma eğilimindedir. Bu partiler bile, daha da gelişi güzel sloganlar servis eden yeni nesil proto- ve neo-faşist hareketlerin soluğunu enselerinde hissederek, gittikçe artan sertlikteki milliyetçiliğe yönelmektedir. Aşırı sağın, ulusal, etnik, dini veya cinsel kimliği temel alarak harekete geçirebilme yeteneği ispatlıdır ve en iyi ümitsizlik koşullarında gelişi: neoliberalizm kötüye gittiğinde başarılı olacaktır.
Özetle
Milliyetçi otoriterlik, küresel ekonomik yeniden yapılanma, sürmekte olan kriz, toplumsal bozulma, paslanmış ideolojiler ve sertleşmiş politik sistem koşullarında neoliberalizm altında dağılmış bir dizi kaybedenin öfkesini ifade etmektedir. Zayıflara saldırmaya yaptıkları vurgu – göçmenler, mülteciler, “hak etmeyen fakirler”, haksız surette devlet eliyle ya da hukuki aktivizmle “imtiyazlı” olanlar, vesaire- gerici siyasi programları beslemekte ve sol alternatiflere acil ihtiyacı göstermektedir.
Neoliberalizmin çökmekte olan evresini aşmak için sol bir strateji, alternatif bir geleceği hayal etme kabiliyetimize bağlı. Bu devleti, sosyo-ekonomik üreme ve siyasal temsilciliği değiştirecek – yani yeniden bölüştürücü, demokratik ve sürdürülebilir ekonomik politikalar isteyen sosyal hareketlere ilham vermek için gereklidir. Bu talepler, geniş ölçüde farklı mücadeleleri bütünleştirebilir, neoliberalizmi gayrimeşrulaştırabilir ve pratik alternatiflerin ortaya çıkmasını destekleyebilir. ABD’deki Sanders kampanyası, İngiliz İşçi Partisi liderliği için Jeremy Corbyn’nin iki seçimi ve Yunanistan, İspanya, Bolivya ve Çin’i kapsayan çeşitli ülkelerde ortaya çıkan sayısız hareketle pek çok sayıda insanı, özellikle gençleri ve işçileri, harekete geçirme potansiyellerini kanıtlandılar.
Bu küresel hareketler, ancak kendi ekonomik düzenlemesi için ana kollarından biri olarak, siyasi açıdan yeniden düzenlenmiş bir işçi sınıfı tarafından yönetilebilir. Buradaki zorluk, bu doğurgan döngünün yoktan var edilememesidir. Bunu gerçekleştirmek söz konusu sınıfın güncel mevcudiyetine – sosyal medya ve internet tabanlı araçların kullanımıyla kendine özgü bir kültüre sahip, içeride ziyadesiyle ayrışmış, küresel anlamda bütünleşik- uygun yeni siyasal temsil yapıları (partiler, sendikalar, toplum örgütleri) gerektirir. Bunlar, demokrasi, dayanışma, temel ihtiyaçların karşılanması ve çevresel sürdürülebilirlik değerlerine dayanan yeni toplumsal kopyalama biçimlerinin ortaya çıkmasını desteklemelidir. Toplumsal ve siyasal bütünlüğü restore etmek için ilerici ilkeler ve barbarlık arasında bir yarış vardır. Kazanan hepsini alır.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.