Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistem sona ererken, ABD’nin dünyanın diğer büyük güçlerine karşı uygulayacağı stratejinin karakterine yönelik basit varsayımlar da birlikte geliyor. ABD liderliğindeki Batı koalisyonunun uluslararası sistemde kuralları büyük ölçüde belirleyip uygulattığı – ve Rusya ve Çin gibi diğer büyük güçlerin bu düzeni ve ABD liderliğini büyük ölçüde kabullendiği – baskın bir dönemin ardından küresel sistem daha keskin ve açık bir büyük güç rekabetine dönüyor. Rusya ve Çin aktif bir şekilde Doğu Avrupa ve Doğu Asya’da ABD önceliğine ve ittifaklarına itiraz ediyor. Amerika’nın daha sınırlandığı ve gücünün sulandırıldığı bir çok kutuplu sistem vizyonunu öne sürüyorlar. Büyük güçler olarak ayrıcalıklarını geçtiğimiz çeyrek yüzyılda hiç olmadığı kadar hırslı bir şekilde savunuyorlar. Büyük güç konumuna yükselmeyi arzulayan diğer devletler de – Japonya ve Almanya’dan Hindistan ve Endonezya’ya kadar – hem kendi bölgelerinde, hem ötesinde etki sahibi olma çabalarına hız veriyor. Büyük güçlerin rekabeti yeniden küresel politikanın bir ana teması haline geliyor.
Uluslararası ilişkilerin tarihinde benzer rekabetler istisna olmaktan çok norm durumundalar. Ancak, ne kadar “normal” olsa da büyük güçlerin rekabeti kaygı uyandırıcı ve tehlikeli. Afete benzer sonuçlar doğurabilecek büyük “sistemik” bir savaş ihtimalini yükseltiyor ve uluslararası kurumların işleyişini baltalıyor. Ulusaşan boyuta sahip olması nedeniyle geniş çaplı ve çok taraflı cevap gerektiren bir dizi acil sorunla başa çıkmayı karmaşıklaştırıyor. İklim değişimi, cihatçı terörizm, genişletilmiş Ortadoğu bölgesinde istikrarsızlık – bunlar sadece etkin uluslararası iş birliğiyle çözülebilecek, ve böyle bir iş birliği olmaması halinde sadece çürüyecek sorunlara birkaç örnek. Kısaca, büyük güçlerin rekabeti sadece bu güçler arasında savaş olasılığını arttırmakla kalmaz, aynı zamanda daha düzensiz, çatışmacı ve kilitlenmiş bir uluslararası sistem ihtimalini arttırır.
Bu bir çok gözlemcinin dünyanın Soğuk Savaş’ın sonuyla birlikte geride bıraktığını umduğu, ve bugün azının olumlu karşıladığı bir senaryo. Bunun bir sonucu olarak böyle bir sonuçtan kaçınılabileceği ihtimali – belki ABD’nin rakibi olan büyük güçlerle “büyük pazarlıklar” yapmasıyla, veya belki yeni bir büyük güçler uyumu kurularak uluslararası ilişkilerin idare edilmesi ve istikrara kavuşturulmasıyla – önemli analistlerin sıklıkla merak ettiği bir konu. Eğer 1990’larda olduğu gibi ABD ve liberal müttefiklerinin değer ve ayrıcalıklarının egemen olacağı bir “tek kutuplu uyum” ihtimali düşükse, diye düşünülüyor, rakip büyük güçleri – Rusya ve Çİn – temel ABD çıkarlarının zarar görmeyeceği ama onların temel çıkar ve isteklerinin tatmin edilebileceği daha eşitlikçi bir uyuma çekmek mümkün olabilir mi? Ve bunu yapmak keskin bir büyük güçler rekabetine dönülmesi halinde kaybolacak uluslararası istikrar, nezaket ve iş birliğini korumaya yeterli olacak mı?
İyi – ama muhtemelen işe yaramayacak – bir fikir. Tarih uyumların ortaya çıkması ve devamı için bir dizi ön koşulun yerine gelmesi gerektiğini gösteriyor. Uluslararası sistemdeki lider devletler arasındaki güç dağılımı istikrarlı olmalı. Bu güçler paylaştıkları bir dizi kurala uymayı kabullenmeli. İdeolojik bir ortaklıkları olmalı – ideolojik bakımdan onları birleştiren, bölenden daha fazla olmalı. Son olarak, uyum dönemleri ortak bir tehdidin yükseldiği – veya ortak bir afetin hatırasının – iş birliğine zorlamasıyla ortaya çıkar. Bu ön koşulların bulunduğu durumlarda – özellikle 19. yüzyıl Avrupa Uyumu’nda – ortak bir uluslararası ilişkiler vizyonunun büyük güçler arasındaki iş birliğiyle desteklenmesi mümkün oldu. Bu faktörlerden sadece bazılarının eksik olduğu durumlarda – örneğin İkinci Dünya Savaşı öncesinde – büyük güçler uyumunu sağlamak mümkün olmadı.
Bugün sorunumuz bir uyum için gerekli ön koşulların mevcut olmaması. Uluslararası sistemde güç dağılımı değişiyor, bu nedenle Rusya ve Çin gibi revizyonist güçler Amerikan önceliğine meydan okuyabiliyorlar. ABD ve rakibi olan büyük güçler ortak küresel kuralları kabul etmiyorlar. Moskova ve Pekin Doğu Avrupa’da saldırmazlıktan Güney Çin Denizi’nde serbest seyir hakkına Washington’un tercih ettiği normlara meydan okuyor. Büyük güçler arasındaki ideolojik farklılıklar Soğuk Savaş dönemine göre çok daha az, ancak dünyanın önde giden demokrasisi ve en önemli iki otoriter gücü arasındaki farklılık çatışma nedeni olabilecek kadar fazla. Ve son olarak, son büyük güç savaşından 70 yıldan fazla sonra, diğer faktörlerin üstesinden gelerek sürdürülebilir iş birliğini zorunlu kılacak güçte ortak bir tehdit algısı da yok. Çoğu büyük gücün bugün odaklandığı hareketlerini diğerleriyle koordine etmemeleri halinde başlarına gelebilecek bir felaketin korkusu değil, fırsatçı bir etki kapma mücadelesi.
Büyük devletler uyumu oluşturma çabaları bu durumda boşuna; Rusya ve Çin’i tavizler vererek böyle bir uyumun içine çekme çabası istikrarı sağlamaktan çok bozabilir. Ancak bu ilişkileri idare etmek – ve bu sırada mümkün olan en yüksek derecede istikrarı sağlamak – ABD için acil bir görev. Önümüzdeki yıllarda ABD yetkilileri diğer büyük güçlerle etkileşimlerini yönlendirecek strateji ve kavramlar arayışında olacaklar: Eğer bir uyum olamazsa hangi kavram veya yapı ABD çıkarlarını destekler? Böyle bir yapının son halini çizmek için daha çok erken – ancak ABD’li stratejistlerin büyük güçlerin ilişkilerinin geleceği hakkında doğru soruları sorduğundan emin olmak için erken değil.
Bize göre ABD’nin büyük güçler rekabetinin yeni çağında yolunu bulabilmesine yardımcı olacak yedi önemli soru var. Bütün cevaplara katılmıyoruz, ama ABD stratejisini yönlendirmesi gereken bir çok temel prensibe katılıyoruz. Bunun ötesinde, bu konuların eleştirel bir şekilde analiz edilmesinin önemine ve tutarlı ve güçlü bir strateji belirlenmesi gereğine inanıyoruz.
1. Bu ilişkilerde hangi hayati ABD çıkarları tehlikede?
Amerikan ulusal çıkarlarının değerlendirilmesinde doğal başlangıç noktası çıkarların değerlendirilmesidir: Birleşik Devletler’in diğer büyük güçlerle ilişkilerinde tehdit altında olan nedir? Bu karmaşık bir soru, çünkü ABD’nin çıkarları çok sayıda ve bazen birbiriyle çelişir niteliktedir. Birleşik Devletler Avrupa’da saldırmazlık normu ve Ukrayna’nın güvenliği konusunda endişeli. Ama aynı zamanda, sadece kendi iyiliği (çatışma riskini azaltmak) için değil, nükleer silahların yayılmasının engellenmesi gibi, diğer çıkarlarına ulaşabilmek için de Rusya ile verimli ilişkiler de kurmak istiyor. Birleşik Devletler ekonomik refah, bölgesel istikrar ve küresel yönetişim gibi nedenlerle Çin ile de iyi ilişkiler kurmak istiyor. Ama Washington’un Güney Çin Denizi’nin coğrafi özelliklerinin egemen statüsüne yönelik kuralların korunması da çıkarları arasında. Birleşik Devletlerin bu çıkarlar arasında belirleyeceği öncelikler ve dengeler diğer büyük güçlere yönelik stratejilerinin belirlenmesinde kritik bir rol oynayacak.
2. Strateji hangi uzun vadeli dünya politikası vizyonuna hizmet edecek?
Her strateji o alandaki uzun vadeli trendlere yönelik bir vizyon veya teoriye dayanmalıdır: Uluslararası sistem nasıl gelişiyor, ve bu bize Birleşik Devletler’in risk ve fırsatları hakkında ne söylüyor? Soğuk Savaş boyunca Washington sonunda Sovyet sistemini dönüştüreceğine inandığı liberal değerlere dayanan bir değişim vizyonunu ortaya koydu. Bu nedenle ABD stratejisi görece sabırlı olabilirdi – Sovyetler Birliği’ni geri püskürtmeye çalışmak gibi daha riskli yaklaşımlardansa çevrelemek ve stratejinin dayandığı uzun vadeli trendlerin işlerini yapmasını beklemek. Soğuk Savaş döneminde ABD stratejisinin en büyük hataları kısa vadeli aciliyetlerin bu temel güvenin önüne geçmesine izin verildiğinde ortaya çıktı.
Bugün anahtar küresel trendler nelerdir? Bazıları uzun vadeli büyük güç rekabeti konusunda tamamen kötümser. Çin ve Rusya ABD etkisini, değerlerini ve Amerika önderliğindeki düzene karşı çıkıyorlar. Liberalizm yükselişte. Göreceli Amerikan gücü azalıyor. Daha iyimser bir bakış dünyanın 2030 veya 2040 yılındaki lider ekonomilerine yönelik projeksiyonlara dayanabilir: Olası büyük güçlerin (Almanya, Japonya, Endonezya, Meksika ve Brezilya da dahil olmak üzere) neredeyse tamamı liberal uluslararası düzenin birer üyesi. Bu vizyona göre, her ne kadar Rusya kısa ve orta vadede uluslararası düzene ve ABD çıkarlarına önemli bir tehdit oluştursa bile, daha uzun vadede Washington’un bir “büyük güçler sorunu”ndan çok bir “Çin sorunu” var: En önemli görev Çin’in düşman ve agresif bir aykırı değer olmaması. Her iki durumda da bu sorulara verilecek cevaplar Birleşik Devletler’in diğer büyük güçlere yaklaşımını belirleyecek – aciliyetini veya sabrını, hırslarını ve hedeflerini.
3. Birleşik bir stratejiyi haklı gösterecek derecede doğası, tercihleri ve uluslararası davranışları birbiriyle yeterince tutarlı bir büyük güçler grubundan bahsedebilir miyiz?
Çin, Rusya, Hindistan, Almanya, Endonezya ve Brezilya gibi ülkelerin stratejik tarzlarında, yönetimlerinde, çıkarlarında ve agresiflik düzeylerindeki önemli farklılıklar Birleşik Devletler’in hedeflerine ulaşabilmesi için tek bir yaklaşımın yeterli olmayacağı anlamına geliyor. Genel bir stratejidense, Washington’un bu ülkelerin her birine özel bir yaklaşım uygulaması ve ortaya çıkan ilişkileri, kendini yok etmek yerine birbirini destekleyecek bir modele çevirmesi gerekebilir.
Bir noktada, bu küresel değerlendirmeler – ülke stratejilerinden birbirine uyan bir mozaik nasıl yapılabilir – aşırı kapsayıcı bir strateji gibi görünmeye başlayabilir. Dahası, bir çok büyük güç benzer çıkar ve tercihlere sahip: güvenlik, güç ve etkiye sahip olmak, statü ve prestij elde etmek. Bir dereceye kadar etki elde etmeyi hedefleyen büyük güçler benzer zorluklar ortaya çıkarabilir ve bir strateji bir dizi genel prensibe dayandırılabilir. Her durumda bu sorulara verilecek cevaplar büyük güç stratejisinin ne kadar genel veya özel olması gerektiğini belirleyecek.
4. Diğer büyük güçlerin niyetleri nedir?
Diğer büyük güçlerin amaçlarının, tercihlerinin ve niyetlerinin ayrıntılı ve nüanslı bir şekilde anlaşılması her stratejinin kritik başlangıç noktasıdır. Böyle bir analiz güvenlik sorunları yaratması en olası iki ülkenin – Rusya ve Çin – özel olarak analiz edilmesiyle başlamalıdır. Hırsları ne kadar sınırlı veya geniştir? Amaçlarıyla ilgili bildiklerimiz bir uzlaşı ihtimali hakkında ne söylüyor? Bu büyük güç stratejisini şekillendirecek en önemli analitik soru olabilir. Görüşmelerle sonuca ulaşma konusundaki şüpheciler Rusya ve Çin’i sadece ABD politikaları ve gücü sayesinde sınırlandırılabilen azimli revizyonistler olarak görürken, iyimserler Moskova ve Pekin’in sadece sınırlı ve savunmaya yönelik hedefleri olduğunu ve görece kolaylıkla tatmin edilebileceklerini öne sürüyor. Cevap ABD’nin bu ülkelerle anlamlı ortak bir düzen içerisinde yaşayıp yaşayamayacağını – ve uzlaşmanın uluslararası istikrarı mı yoksa artan revizyonist talepleri mi getireceğini – belirleyecek.
5. Her büyük güçle potansiyel uzlaşma ve iş birliği alanları ne kadar anlamlı?
Bu soru çıkar ve niyetlerin analizinden kaynaklanıyor ve ortak düzenlemelerin yapılabileceği alanı gösteriyor. Bu alanın çok dar olması durumunda bu ülkelere karşı ABD politikası büyük ölçüde kısıtlanacak. Örneğin, ABD ve Rusya’nın fayda sağlayarak iş birliği yapabileceği konuların listesi bazı gözlemcilerin düşündüğünden daha kısa olabilir. Diğer taraftan, uzlaşılabilecek geniş alanlar güçlü bir ortak düzen oluşturma fırsatına, veya en azından işbirliğini rekabetle karıştırma imkanına, işaret eder. Bu soruların bir çoğunda olduğu gibi cevap ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir.
6. Stratejinin temel amacı nedir: İyi ilişkileri arttırmak ve savaştan kaçınmak mı, saldırganlığa meydan okumak ve kuralların uygulanmasını sağlamak mı?
Saldırganlık potansiyeline sahip büyük güçlere yönelik bir strateji, bir taraftan, ilişkileri mümkün olduğunca iyi tutmak için tavizler verip düzenlemeler yapabilir – örneğin Rusya’nın yakın çevresindeki maceracı davranışlarını büyük ölçüde dikkate almayarak. Veya dünya politikasındaki kurallara katı bir öncelik verebilir – örneğin egemenlik veya saldırmazlık normların ihlal etmesi halinde Rusya’yı uluslararası toplumdan izole etmeye çalışarak. Burada tercih Washington’un bir tarafta rekabet ve çatışma tehlikesini uluslararası düzenin uçlarda yıpranmasına izin verme tehlikesine karşı tartmasına bağlı olacak.
Bu soru diğerleri (Almanya, Japonya, Brezilya ve diğerleri) meydan okumayı gerektirmeyeceğinden büyük güçlerin sadece bir alt grubu için geçerli. Aslında şu anda bu soru sadece Çin, Rusya ve belki – eğer büyük bir güç olarak kabul edilebilirse – İran için geçerli. Soru uzun vadeli barışa ulaşmanın en etkili yolunun değerlendirilmesini gerektiriyor: Revizyonist olabilecek bir grubun hırslarını sınırlandırarak, caydırarak ve en sonunda yenerek mi, yoksa bu devletlerin hırslarını yumuşatmaları yönünde ilişkiler kurarak mı? Son 35 yıldır ABD politikası bir orta yol bulmaya çalıştı, ilişkiler kurmaya çalışırken uç durumlarda caydırarak. Bu devletler açık bir şekilde daha saldırganlaşırken bir orta yol hala mümkün mü?
7. Bu stratejileri desteklemek için hangi küresel duruş seçenekleri ve operasyonel kavramlar mevcut?
Büyük güç meydan okumalarının doğasını kararlaştırmak mücadelenin sadece yarısıdır; Birleşik Devletler aynı zamanda çabalarını şekillendirecek strateji ve kavramlar da yaratmalıdır. Örneğin jeopolitik ve askeri bakımlardan, Washington bir dizi askeri strateji, küresel pozisyon sistemi ve operasyonel kavram arasından tercih yapabilir. Bazen esrarlı bir görünüme sahip olsalar da bu tercihler stratejik ilişkilerin karakterini belirlemede ve savunmacı veya saldırgan niyetleri ilan etmede önemli bir rol oynar. ABD’nin NATO ittifakının sınırlarına savaş kazanacak seviyede askeri güç yığması gerekli midir? Çatışmanın başlangıç noktasından itibaren Rusya ve Çin topraklarının derinliklerine gücünü ulaştırabilecek kavramlara ihtiyacı var mıdır? ABD askeri gücünün eve dönmesi anlamına gelecek “uzaktan dengeleme”ye güvenebilir mi?
Her seçenek beraberinde avantajlar ve tehlikeler taşır. Daha kısıtlı tercihler gereksiz savaşlardan kaçınmayı ve tasarrufu mümkün kılar, ama aynı zamanda yetersiz taahhüt işareti olarak algılanarak ABD müttefiklerini oldukça tedirgin edebilir. Askeri yapılanmalar ve ileriye yerleştirilmiş saldırgan pozlar caydırıcılığı güçlendirebilir, ama kendilerine ait tehlikelere sahiptir. Etki-tepki döngülerini tetikleyebilir, potansiyel düşmanların güvenlik endişelerini arttırır ve tırmandırıcı dinamikler sonucunda istenmeyen savaşlara neden olabilirler.
Büyük güçlerin ilişkilerine yönelik alternatif stratejilerin analizi konusundaki en acı verici sınırlamalardan biri eldeki verilerin istediğimiz yöntemleri açık bir şekilde destekleyecek seviyede olmamasıdır. Bir örnek verirsek, bazı kanıtlar ABD’nin Doğu Avrupa’daki askeri varlığını önemli ölçüde arttırmasının Rusya’yı ehlileştireceğini ve daha yapıcı bir diyaloğu başlatacağını önerir – diğer çalışmalar ise Moskova’yı daha tehlikeli davranışlara yönlendireceğini öne sürmektedir. Son tercih kaçınılmaz olarak subjektif değerlendirmelere dayanacaktır.
Fikir Birliğine Doğru
Görüşler, tarihi analojiler ve ayrıntılı analitik araştırmalar bu sorulara çok farklı cevaplar verir. Gerçekte biz ikimiz de bu soruların bir çoğuna farklı cevaplar veriyoruz. Avrupa’daki düşmanlığın kaynakları konusunda bir ölçüde farklı fikirlerdeyiz: Mazarr ABD davranışlarının bir çoğunu provokatif olarak görürken Rusya’nın davranışlarını genelde savunmacı olarak gözlemliyor. Buna karşılık, Brands Rusya’nın davranışlarını geçmişten gelen bir “yakın çevre”sine egemen olma çabası olarak görüyor ve NATO çabalarının genel davranış kural ve normlarına yapılmış bir yatırım olduğunu gözlemliyor. Rusya ile bir Avrupa-Atlantik uzlaşması potansiyeli konusunda (Mazarr bu konuda bir miktar umuda sahip, Brands daha az) ve askeri varlığı arttırmanın riskleri konusunda görüşlerimiz farklı.
Ancak, ABD’nin büyük güçlerle ilişkilerine yaklaşımı konusunda temel oluşturacak geçici bir fikir birliği konusunda üç önemli noktada anlaşıyoruz. İlk olarak büyük güçlerle ilişkileri yürütmede ABD liderliğinin temel önemi konusunda anlaşıyoruz. Dünya Soğuk Savaş sonrasında geçerli olan ABD liderliğinin tartışılmadığı noktadan uzaklaşıyor, ama uluslararası sistem hala ABD gücü ve değerlerinin etrafında dönüyor. Gerçekten daha karmaşık bir büyük devletler etkileşimi meşru koordine edici bir sese ihtiyaç duyacak. Öngörülebilir gelecekte bu sadece Birleşik Devletler olabilir. Bunun kısmi bir sonucu olarak anahtar bölgelerde ABD’nin varlığının istenilirliği ve ABD’nin büyük bir savaş kapasitesindeki eksikliği giderecek yatırımların gerekliliği konusunda hemfikiriz.
İkinci olarak, kritik bir soruya – Rus ve Çin hırslarının boyutu ve bunlara ulaşmak için atmayı göze alabilecekleri adımlar – verilecek cevabın eldeki veriler neyi işaret ederse etsin bilinemeyeceği konusunda aynı fikirdeyiz. Endişelerin artması için güçlü nedenler var, ama bu iki devletin istikrarlı bir uluslararası sistemi çıkarları kadar önemsediğine dair birikmiş kanıtlar da var. Bu nokta fazla iyimser veya kötümser varsayımlar için erken ve potansiyel olarak tehlikeli olabilir.
Üçüncü olarak, büyük güçler arasında anlamlı bir iş birliğinin uygulanabilirliği konusunda anlaşamasak da mümkün olan her noktada küresel normları ve ABD çıkarlarını ihlal etmediği sürece vurgulanması gereği konusunda aynı fikirdeyiz. Özellikle ABD öncülüğüne daha fazla meydan okunduğu bir dönemde büyük güçler arasındaki ilişkileri yürütmeye yönelik her çaba iki tarafa da fayda sağlamalı. Abartılı veya ABD’nin dünyadaki rolü konusunda komplo teorilerine dayanıyor gibi göründüğünde bile ABD diğerlerinin güvenlik endişelerini dikkate almamazlık edemez. Aynı zamanda Rusya ve Çin gibi rakipleriyle gerilim noktalarını ortadan kaldıracağı ümidiyle güçlü olduğu alanlardan, ortaklıklarından ve avantajlarından vazgeçemez. Caydırıcılık ve değerlerimize süregelen bağlılığı feda etmeden ABD diğer büyük güçlerin hayati çıkarlarına meydan okumasını gerektirecek durumlardan kaçınmalı.
Bu üç politika ve strateji noktasının ötesinde geniş bir noktada da aynı fikirdeyiz. Birleşik Devletler girişimlerine rehberlik edecek bir strateji veya bu soruların dikkatli bir analizi yapılmadan yeni ve tehlikeli olma ihtimali bulunan rekabetlere doğru gidiyor.başka bir ifadeyle, Birleşik Devletler’in acil bir şekilde titiz, tarihsel deneyimleri dikkate alan, analitik bakımdan sofistike bir tartışmayla bu konuları değerlendirmesi gerektiği konusunda aynı fikirdeyiz. Stratejik düşünmenin önemi – ve bunu başaramamanın riskleri – 1945’ten bu yana olduğundan daha fazla.