Mayıs 2015’te Birleşik Krallık kullandığı oyla Muhafazakarlara, Avam Kamarası’nda genel çoğunluğu verdi. Haziran 2016’da İngiliz Halkı, dönüm noktası denilebilecek ve ciddi tartışmalara sahne olan bir referandumla Avrupa Birliği’nden ayrılma yönünde oy kullandı. Sadece birkaç gün sonra İspanya, yere göğe konulamayan Birleşik Sol İttifakı’na (Unidos Podemos Alliance) rağmen muhafazakar Halk Partisi’nin sandalye sayısını oylarıyla arttırdı. Ve geçen Kasım ayında, Amerika Birleşik Devletleri Donald Trump’ı 45. Başkanı olarak seçti.
Tüm bu olaylar tartışmaya açık bir şekilde sağ görüşün başarısı ile sonuçlandı ve siyasetçileri, piyasaları ve medyayı şaşırttı hatta şoka soktu. Ama neden Batı’da yakın zamanda yapılan seçimlerin sonuçları bu kadar şaşırtıcı bir şekilde muhafazakarlardan yana oldu?
Bir halkoylamasının şaşırtıcı olması için iki şey gereklidir. Seçmenler belirli bir sonuca ulaşmalı ve bu sonuç en azından bir kısım insan için beklenen sonuçla çelişmelidir. Günümüzde Batı’da seçim beklentilerinin en önemli kaynağı, siyasi araştırma ajanslarının ürettiği anketlerden gelmektedir. Yukarıdaki oylamaların hepsinde, anketörler sistematik olarak sağcı sonuçların popülaritesini hafife almışlardır. İşte bu yüzden sonuçlar şaşırtıcı olmuştur.
Bu farka dair getirilen eleştirilerin büyük bir kısmı anket kuruluşlarına yöneltilmiştir. Bunun için geçerli sebepler bulunmaktadır: anketler genelde, zaman ve para tasarrufu yapmak için çoğunluğu temsil etmeyen, kolay ulaşılabilir örneklemleri sıklıkla kullanan hızlı ve kirli verilere dayandırılmaktadır. Bu anket sonuçlarının bazen daha az güvenilir olması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Fakat burada başka bir faktör de iş başında olabilir. Popüler iki teori, anketler seçmen davranışlarını doğru şekilde ölçse bile ‘Utangaç Muhafazakarların’, bilinçli olarak Muhafazakarlara (belki de bu partiyi desteklemenin toplumda kabul görür bir şey olmadığını hissettikleri için) oy vereceklerini vurgulamadıkları ve ‘tembel Sol’ destekçilerinin de oy kullanma isteklerini abarttıklarını iddia etmektedir.
Profesör Patrick Sturgis’in, 2015 genel seçim anketlerinin seçim sonuçlarını “tutturamaması” hakkında yaptığı değerlendirme; anket sorularına dürüstçe cevap verilmemesinin tersine son seçim anketlerini nispeten daha doğru kıldığını bularak bu teorileri reddetmektedir. Ayrıca, Muhafazakarların beklenmedik şekilde oylarını arttığı yerler, Muhafazakarların en popüler olduğu yerlerdir ki bu durum oylardaki artışın “utanma ya da mahcubiyet” etkisi ile açıklanamayacağını ortaya koymaktadır. Geçen yıl bu durum Amerika Birleşik Devletleri’nde, gerçek ve tahmin edilen Trump oyları arasındaki farkın en yüksek olduğu Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde tekrar edilmiştir.
Bu bulgular ilgi çekicidir fakat ne kadar geniş çaplı geçerlilikleri vardır? Mesela Avrupa Birliği referandumuna uygulanabilirler mi?
“Ayrılmak isteyenler” ve “Kalmak isteyenler” hakkında ne biliyoruz? “Ayrılma” yönünde oy kullananların büyük bir kısmının yaşadığı yerler, yaşça daha büyük, ekonomik olarak daha dezavantajlı ve yaş farkına bakmaksızın belki de şaşırtıcı bir şekilde kendilerine ekonomik olarak bağımlı çocuklara sahip bireylerin bulunduğu yerler olma eğilimindedir. Ekonomik olarak dezavantajlı konumda olmak oy kullanmamakla bağlantılı olma eğilimindeyken, yaş artışı da çoğunlukla seçmenlerin katılımı ile bağlantılıdır ve çocuk sahibi olmanın da oy kullanma ihtimalini artırdığına dair bazı kanıtlar bulunmaktadır. Ayrıca, Ayrılmak isteyenlerin anketlerde verdikleri cevaplardan, uzmanlarınkinden çok sıradan insanların kararlarına güvenme eğiliminde oldukları görülmektedir. Belki de bu nedenle Ayrılmak isteyenler, Kalmak isteyenlere göre oy kullanmak için daha fazla motive olmuştu.
Bunu daha fazla incelemek için “Wave 7 of the British Election Study’s Internet Panel”i indirdim ve analiz ettim. Bu anket Nisan-Mayıs 2016’da online bir şekilde, oylamadan kısa bir süre önce ama katılımcılara her şeyi gözden geçirerek duruşlarını belirlemelerine izin verecek kadar zaman bırakılarak hazırlanmıştır.
Bu verilerin toplandığı dönemde, anketi cevaplayanlar, %50.4 “Kalma” ve %47.6 “Ayrılma” yönünde oy kullanmaya niyetli olduğunu belirterek, toplamda “Kalma” oyu verme eğilimli gözüküyordu. Bu, “Brexit sürprizinin” örnekleme meselesinden kaynaklanmadığını doğrular şekilde, o dönemde çoğu kolay ulaşılabilir örneklem kullanılarak yapılan anketin sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir.
Fakat AB referandumunda oy kullanma olasılığını bu iki kamp açısından karşılaştırdığımızda, Ayrılmak isteyenlerin Kalmak isteyenlere göre nispeten daha yüksek oy kullanma niyeti bildirdiğini görüyoruz. Aradaki fark az fakat Ayrılma hareketini başarıya ulaştıran fark da öyleydi.
Şekil 1. AB Referandumunda seçmen niyeti bazında ortalama oy kullanma ihtimali. Ters H şekilleri, “gerçek” nüfus değerlerinin yer aldığına %95 emin olabileceğimiz değer aralığını temsil ediyor. Hata çubukları örtüşmediğinden, Ayrılmak isteyenlerin Kalmak isteyenlerden daha yüksek oy kullanma olasılığı bildirdiğinden %95 emin olabiliriz.
Söz konusu etki, bu iki spesifik soru ile sınırlı değildir. Ayrıca Ayrılmak isteyenler AB referandumuna daha fazla ilgi duyma eğilimindeydi ve siyasi medya içeriğine daha fazla maruz kalmışlardı. Bu durumun, “tembel Kalmak İsteyenler” sendromunu ima ettiği yönünde bir değerlendirme yapılabilir.
Şimdiye kadar ‘Utangaç Muhafazakar’ sendromu üzerine yapılan araştırmalar, yerel bir bölgede parti oyu paylaşımı gibi dolaylı sosyal baskı ölçütlerine dayanıyordu. British Election Study’nin (İngiliz Seçim Çalışması) kullanışlı sosyal tercih ölçeği, bireysel düzeydeki bilince girebilmenin daha doğrudan bir yoludur. Çünkü anket katılımcıları sıklıkla ihtilaftan çok uzlaşmayı dile getirmeyi tercih ettikleri için British Election Study’i (İngiliz Seçim Çalışması) dizayn edenler, katılımcıların dürüstlüğünü test etmek için dört “tuzak soru” yerleştirdiler:
- İnsanlarla her karşılaştığımda, onlara daima gülümserim
- Öğüt verdiğim şeyleri her zaman uygularım
- Eğer bir şey yapacağımı söylediysem, sözümü ne olursa olsun tutarım
- İnsanlara asla yalan söylemem
Çoğunlukla, bu ifadelerden herhangi birini kabul eden katılımcılar, muhtemelen iyi görünmek için biraz fazla çaba göstermektedirler.
Şekil 2’de görüldüğü gibi Ayrılmak isteyenler, Kalmak isteyenlere göre toplumsal beğenilme alarmlarını daha sık tetikleme eğilimindeydiler.. Bu nedenle, anketlere cevap verirken tercihlerini gizleme konusunda daha büyük bir risk taşıyorlar. “Utangaç Muhafazakar” sendromu var olmasa bile “Utangaç Kalmak İsteyenler” sendromu mevcutmuş gibi duruyor.
Şekil 2. Haziran referandumunda ayrılmak ya da kalmak yönünde oy vermeyi düşünen bireysel katılımcılar tarafından seçilen sosyal beğenirlilik maddelerinin sayısı. Bu tür grafiklerde, hata çubuğunun güvenirliliği yansıtması imkansızdır; ancak, ki-kare testi denen başka bir prosedür, söz konusu farklılıkların gerçek olması ihtimalinin %95’in üstünde olduğunu göstermiştir.
Şekil 3. Ankete katılanların tanıdığı kişilerin AB referandumu için verecekleri oy konusundaki beklentileri karşısında katılımcıların AB referandumuna dair seçim niyetleri. Şekil 4’le birlikte, ki-kare testi, bu farklılıkların gerçek olma olasılığının yüksek olduğunu doğrulamıştır.
Sonuncu grafik referandum sonucunun “sürpriz” olması hakkında nihai bir ipucu vermektedir: insanlar tanıdıkları kişilerin de kendileriyle aynı yönde oy kullanacağını umma eğilimindedir. İnsanların kendine benzer insanlarla ilişki kurma eğiliminde olduğunu biliyoruz ve bu nedenle insanlar önyargılarıyla çelişen kanıtları gözden kaçırabilirler.Muhtemelen bu sebepten ötürü Avrupa Birliği’nden ayrılma yönündeki tercih sadece bazıları için şaşırtıcı olmuştu.
AB referandumunda anketler aksini gösterdiği halde neden “sağ” kazandı? Kısmen anketlerin gerçek sonuçtan uzak olması bunun nedeniydi ama bu yanılgı kısmen de sıradan, kusurlu ve genellikle yanıltıcı insanların ilgili anketleri yanıtlamakla mesul olmasıydı. Sağdakiler kendi inançlarından utandığı ve soldakiler de kendi inançlarına karşı tepkisiz kaldığı sürece seçim sonuçları bizi şaşırtmaya devam edecektir.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.