Yakın zamanda yayınlanan bir New Statesman makalesi “Popülistler mağlup edilebilir” başlığını taşıyor. Fakat, edilebilirler mi? Seçimlerde, vatandaşların Geert Wilders ve (potansiyel olarak) Marine Le Pen gibi unsurları geri püskürtebilecekleri doğruysa da; en azından liberal temsili demokrasi konusundaki standart anlayışımızla, popülizm fikri yenilemez.
Popülizm demokrasiye ihtiyaç duyar
Sorun, popülizm ve liberal demokrasi arasındaki ilişkiyi tanımlamak için kullanılan birçok benzerlik ile vurgulanabilir; popülizm çeşitli şekillerde bir gölge, bir ayna, bir taklit, bir patojen, bir kanserdir. Popülizm demokrasinin Dr Jekyll’ine karşı Bay Hyde’dir. Bütün bu metaforların ortak noktası, popülizm meselelerinin, öyle ya da böyle, demokratik bir sistemden geldiği anlayışıdır: var olmak için demokratik bir sisteme ihtiyaç duyarlar. Jan-Werner Müller’in son kitabı olan Popülizm Nedir?’de bundan söz edilir: “Popülizm yalnızca temsili demokrasi bağlamında düşünülebilir.” Müller’in seçtiği gölge metaforu ise, ‘kalıcı’ ve ‘sürekli bir tehlike’ anlamına gelmektedir.
Bunun belki de en önemli nedeni, hem popülizmin hem de demokrasinin, ‘Halk’ fikrini ve bir uzlaşı kavramını kullanıyor olmasıdır. Demokrasi elbette ki “halkın, halk tarafından halk için yönetimi” olarak tanımlanabilir. Ancak Abraham Lincoln’ün bu yerinde özeti, ‘sınır problemi’ konusunda bize pek yardımcı olmuyor: yani, hangi halk? Popülistlerin kolay bir cevabı var – gerçek halk (tesadüfe bakın ki popülist politikacılar tarafından halihazırda temsil edilen). Böyle bir dil, Nigel Farage’nın Brexit zaferi konuşmasında ve Jeremy Corbyn’in yeni yıl mesajında görülmektedir. Daha temelde, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın resmi açıklamalarında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve daha önce Hugo Chavez’in (“halk yeniden halkı seçecek”) sloganlarında sıkça ortaya çıkmıştı. Müller’in vurguladığı gibi Donald Trump, kendi çapında, kampanya sürecinde belki de en iyi şekilde ifade etti: “Tek önemli şey halkın birleşmesidir – çünkü diğer insanlar hiçbir şey ifade etmez.”
O zaman, Popülistler için, ‘Halk’, Michael Freeden’in bölünmez ‘ayrımsız bir tekillik’ dediği şeydir. Halkın, popülist politikacının içgüdüsel olarak kavradığı, genel bir iradesi vardır. Bu insanların dışında kalanlar gerçek değildir. Onlar(ç.n.: dışında kalanlar) muhtemelen gerçek, sıradan insanlar pahasına kendi kuş tüyü yataklarının peşinde koşan elitlerdir. Bu bakış açısı – ya da Freeden’in dediği gibi toplumsal dünyanın ontolojik görünümü – popülist siyasetin kilit unsurudur. Buradaki sorun aynı zamanda birçok demokratın da bu kaynaktan, sulandırılmış bir şeklide olmasına karşın, içmesidir.
Demokrasinin uyumlu görüşü
Siyasal kuramcı William E. Connelly, politikayı düşünürken, Locke, Kant, Marx, Habermas, Rawls ve Dworkin gibi kapsamlı ve etkili düşünürlerin hepsinin “uyumlu bir ontolojiye doğru çekilen” kuramlar sunduğunu savunuyor. Bir başka deyişle, işler düzgün bir şekilde gittiğinde “bireysel veya kolektif özne, kendisiyle ve diğer sosyal hayat öğeleriyle uyum sağlar”. Çoğu demokratik teori, bu gibi uyum ve uzlaşma kavramları üzerine kurulmaktadır.
Seçim mücadelesinden sonra (ya da referandum sonrasında) hayatta kalan hükümetler ne sıklıkla ‘birlik çağrısı’nda bulunuyor? Brexit’in sonucunda, The Sun’dan bir editör, “HEPİMİZ birlikte ırkçı saldırılara karşı durmalıyız” çağrısı yapmıştı. Ancak HEPİMİZ, ırkçı saldırganları da içeriyor. Bu anlamsal bir nokta değildir – uyumlu demokrasi anlayışları, bölünmeyle mücadele etmektedir ve “ötekilik” fikirleriyle alengirli bir ilişkisi vardır. Bir teori “ötekiliği” örtbas etmezse, genellikle onun kökünü kazımaya çalışır. Connolly’nin belirttiği gibi:
“gerçek dünyada görülen herhangi bir ötekilik, arasında bulunduğu bireylerin aciz bırakıldığının veya entegre edilmemiş aimilasyona ihtiyaç duyan birimlerin varlığının veya o toplumun kendisinin dışında olanı içselleştirmek amacıyla genişletilmesi ihtiyacının bir işareti haline gelir.”
Ve uyumlu bir ontolojinin mantığı, ötekiliğin “düzeltilmesi, ortadan kaldırılması, cezalandırılması ya da bütünleştirilmesi gerektiğidir”. Böylelikle demokratik politikanın odak noktası, Connolly’nin tabiriyle bu ‘normalleşmeyi’ nasıl başaracağıdır.
Bu, popülistlerin öne sürdüğü tek, birleşik bir “Halk” retoriğinin daha hafif bir versiyonu olmasına karşın buradaki husus ivmenin aynı yönde olmasıdır. Uyumlu demokrasi anlayışı, popülizmin beslenmesi için gerekli materyali her zaman sağlayacaktır çünkü kendi DNA’sındaki uyuşma fikri -uzlaşı- Halkın ortak iradesine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. Biri için diğerlerine ihtiyacınız vardır. Bu, iddia ediyorum, demokrasinin popülizmin kendi içinden gelmesine izin verdiği ana yoldur.
Ancak demokrasiyi anlamanın alternatif bir yolu daha var. Uyumsuz bir yaklaşım izleyebiliriz.
Uyumsuz bir yaklaşım: kavgacı demokrasi
Chantal Mouffe ve Connolly farklı bir demokrasi anlayışı sunuyor. Görüşleri, uyumsuzluk ve rahatsızlık politikası üzerine kurulu olan kavgacı demokrasi fikrine işaret ediyor. Böyle bir sistemin merkezinde sürekli belirsizlik vardır. Mouffe’nin yazdıklarına göre, uyuşma bir illüzyondur ve demokrasinin amacı olmaktan uzaktır, demokrasi için ölümcül olarak kabul edilmelidir. Her iki kuramcı da, demokrasiye dair özgünlük ve farklılığın temel önemini vurgulamaktadır: “Her kimliğin varoluş şartı bir farkın teyit edilmesidir” (Mouffe); “Bir uyumsuzluk ontolojisi, ötekiliğin bazı biçimlerini, toplumsal olarak ortaya çıkan uyumların kaçınılmaz etkisi olarak tanımlar.” (Connolly).
Uyumsuz bir perspektiften bakıldığında, bu fark, demokraside bir sorun olmaktan çok, onu yönlendiren şeydir. Bu anlayışta demokratik bir sistem fikir birliğine değil, bunun yerine “eski kimlik ilişkilerine ve farklılığa daimi meydan okumalar”la birlikte “yerleşmiş anlayışları” bozan siyaset ve “demokratik yönetime ilişkin sabit düzenlemeler” ile ilişkilendirilir (tekrar Connolly). Bu demektir ki, demokrasiyi hiçbir şekilde cepte göremeyiz, çünkü ‘bir zamanlar ulaşılan demokrasi eşiğinin, varlığını sürdüreceğini garantileyecek hiçbir eşik yoktur’ (tekrar Mouffe.)
Bu demokrasi anlayışı altında, -uyumlu bir bakış açısından çok daha sorunlu olarak- Halkın biricik iradesine yönelik herhangi bir kampanya veya fikir tabiatı gereği şüphe uyandırıcı ve itiraz edilebilirdir. Uyumsuz bir anlayış, popülizmin tabanını aşındırabilir. Demokrasi ‘Halk’ etrafında değil, sürekli değişen bir siyasal fikir savaşı etrafında anlaşıldığında ve inşa edildiğinde popülistlerin birincil meşruiyet kaynağı ortadan kaldırılabilir. Ve elbette ki bu, çoğu demokratın içgüdüsel olarak bildiği bir şeydir; Günlük politikada “belirli bir Halk” ile değil, birden fazla Halk ile uğraşırız. Her şey çoklukla ilgilidir ve eğer uzlaşı yaklaşımı reddedilir ve çoklukların sonsuza dek sürdüğü kabul edilirse, o zaman popülizmi politik bir strateji olarak kullanan Müller’in “ahlaki anti-çoğulculuk biçimi”ne karşı bir argüman oluşturabiliriz.