Otokrasiye giden Neoliberal Yol

17/05/2017
Çev. 15/08/2017
Ann Pettifor

Küreselleşme verdiği sözleri yerine getirmekte başarısız oldu ve bunun bedelini demokrasi ödedi.

Mali ve ticari küreselleşmenin amigoları uzun zamandan beri hüküm sürmekteler. Onları Akademik çevrelerde, Dünya Bankası’nda ve IMF’de ve devlet hazinelerinde bulabilirsiniz. Batılı siyasi partilerde – hem sol hem de sağ kanatta – temsil edilirler. Ekonominin “anaakım” ekonomistler tarafından öğretildiği; ve dış borçların Dünya Bankası ve IMF ekonomistlerine egemen uluslar üzerinde politika-yapma yetkisi verdiği bütün uluslarda “daha çok küreselleşme”yi savunuyorlar. “Küreselleşme” için desteğe toplumun büyük bir kısmı arka çıktı, çünkü küreselleşme uluslararası karşılıklı bağlılığın artması olarak algılanıyordu. İngiltere menşeili Lord Ashcroft tarafından yapılan son ankette, katılanların yüzde 40’ı küreselleşmeyi “iyilik için bir güç” olarak görürken üçte biri onu “melez bir nimet” olarak düşünüyor (AB’de kalma oyu veren seçmenler genellikle daha pozitif olmayı sürdürmekteler).

Ancak politikacılar, akademik ekonomistler, politika yapıcılar ve halk tarafından geniş ölçüde anlaşıldığı şekliyle küreselleşme, savunucuları tarafından verilen vaatleri yerine getirmekte başarısız oldu. Dahası, Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm isimli kitabında öngördüğü gibi, küreselleşmenin vaatlerini yerine getirmedeki başarısızlığı tüm dünyada milliyetçiliklerin ve himayeciliğin yükselişini hızlandırdı.

Sahte umut

David Dollar ve Charles Calomiris gibi küreselleşme yanlıları, sıklıkla küreselleşmenin muhtemel sonuçları olarak aşağıdakilerden bazılarını öne sürmektedirler:

  • Açık pazarlar ekonomiler için bir lütuf olacaktır.
  • Yaşam standartları “hem düşük hem deyüksek gelirli işçiler için” yükselecektir.
  • Yoksulluk her yerde azalacaktır.
  • Eşitsizlikler daralacaktır. “Küreselleşmenin herhangi bir boyutu ile hane halkı eşitsizliğindeki değişiklikler arasında herhangi bir ilişki olmayacaktır.”
  • “Serbest Piyasa”, işgücünü verimli bir şekilde tahsis ettiği için, işsizlik dünya çapında azalacaktır. Çünkü küreselleşme yanlısı ekonomistler insanların mükemmel ölçüde rasyonel ve piyasanın mükemmel derecede verimli olduğunu öngörmektedir, işsizliğin gönüllü olacaktır.
  • Verimlilik artacaktır. Yabancı rekabete maruz kalan firmaların daha üretken olmak veya kapanmaktan başka çareleri olmayacaktır. Ticari engeller alçaltıldıkça, endüstri rasyonelleşecek, gelişecek ve daha verimli olacaktır.
  • Ulusların egemenliği üzerinde herhangi bir ihlal olmayacaktır.

“Büyük Ilımlılık” döneminin – 1970lerin Büyük Enflasyonundaki dalgalanmanın sonrasında görece sakin dönem – sonsuza kadar sürmesi beklenebilirdi. Bu, mali piyasaların düzgünce işlediğinin ve kaynakların “verimli” bir şekilde paylaştırıldığının kanıtıydı. Chicago Üniversitesi’nden Robert Lucas, Amerikan Ekonomik Birliği’nde yaptığı 2003 yılı başkanlık söylevinde “depresyonun önlenmesinde önemli bir sorun çözüldü” demişti. Mali piyasala artık  “kumarhaneler”  gibi pervasız spekülasyonlarla çalışmıyordu. Öylesine etkiliydiler ki Chicago Üniversitesi’nden Nobel ödüllü Profesör  Eugene Fama  “Finansal piyasaların, kamuya açık tüm mevcut verileri dikkate alarak malvarlıklarını eksiksiz bir biçimde gerçek değerlerinde fiyatlandırdıklarını” iddia edebiliyordu.

Her şeyden önce, küreselleşmenin savunucuları, Hayek’in öncülüğünde, devletin daha da genişlemesinin zararlı olduğunu ve devleti otoriterliğe götürebileceğini savundular.

Ama daha ‘popülist’ vaatler vardı. Özelleştirme politikalarını uygulayan politikacılar şu vaatlerde bulundu:

  • Piyasalar, makul fiyatlarla sağlığın sigortaya alınmasını sağlayacak.
  • Devletin sağladığı ‘sosyal konut’ artık gerekli değildi – piyasanın görünmez eli, herkesin başını sokacağı bir çatıya sahip olmasını ve satın alabilmeye veya kiralamaya gücünün yetmesini sağlayacak.
  • Piyasalar gençlerin geniş bir kesiminin yüksek öğretime makul fiyatlarla erişmesine yardımcı olacak.

Ve buna benzer şeyler. Açıkça verilmeyen bir vaat daha vardı: Özel ve kamu borcunun sürdürülebilir olması. Nitekim artan borç tehdidi, 1980 ve 1990’larda küresel ekonominin çevresi üzerinde – Afrika, Latin Amerika ve Asya’nın bir bölümünde – borç krizleri ortaya çıkıncaya kadar açıkça tartışılan bir konu değildi.

Tüm bu vaatlerin içinde, küreselleşme yanlılarının en şiddetle duyurduklarından birisi dünya çapında yoksulluğun azalmış olmasıydı. Ancak Dünya Bankası verilerine göre, mutlak yoksulluğun azalması aslında 1820’lere dayanan daha uzun bir eğilimin parçası. Ve bu düşüşün büyük kısmı açık, küresel piyasalara değil, bilimsel ve özellikle tıbbi gelişmelere bağlı. Nitekim, günde 1 dolardan az ücretle yaşayanların sayısı 1950 ile 1970 yılları arasında hızla düşmüştü. “Keynesyen” dönemi süresince, mutlak yoksulluk (ABD doları cinsinden ölçülür), neoliberal dönemde olduğu kadar hızla düştü.

Başka bir örnek vermek gerekirse, komünizm altında, ortalama yaşam süresi küreselleşme öncesi çağın kapitalizmi kadar yükselmişti. Çin’in feci Büyük Kıtlığı’nı bir kenara bırakırsak, buna rağmen ortalama yaşam süresi -1978’de Deng Xiaoping iktidara gelmeden önce- 1950 yılında 44 iken 1970’lere gelindiğinde 65’e yükseldi. Rusya’da ortalama yaşam süresi, Kruşçev yönetiminin sonuna kadar istikrarlı bir şekilde arttı. Brejnev döneminde durağanlaştı ve 1991’de mali ‘liberalizasyon’ ve ‘şok terapisi’nin doğrudan bir sonucu olarak birdenbire düştü.

“Borç Dağları”

Mali küreselleşme dönemi, bir yüzyılı aşkın bir süredir olduğu gibi, çoğunlukla karbon (petrol ve kömür) ile beslenen bir dönem olmuştur. Bununla birlikte, Bretton Woods döneminin aksine, 1970’lerden sonra mali küreselleşme serbestleştirmesi özel borç ve kamu borcu dağları üzerine kuruldu. Birincisi – özel borç – tekerrür eden mali krizlere sebep oldu, ve ikincisi – kamu borcu – özel sektör faaliyetlerinin zayıflaması ve vergi gelirlerinin azalmasıyla, yükseldi. “Gelişmiş” ekonomilerdeki tekrarlayan bu mali krizlerin sonucu olarak “kemer sıkma”; istihdam korumasının kaldırılması, konut ve eğitim masraflarının yükselmesi, deflasyonel baskıların geri dönüşü, yüksek işsizlik, düşen net ücret, düşük üretkenlik ve artan eşitsizlik gibi konuları içeriyor.

Bu krizler, güvensizliğin artmasına ve aşırı hızlı sosyal ve ekonomik değişikliğin yanı sıra 1929’dan bu yana yaşanan en büyük finansal ve ekonomik krize (ki kendisi aşırı laissez-faire ideolojisinin bir ürünüdür) yol açtı. Daha yaygın olarak mali küreselleşmeyle ortaya çıkan güvensizlikler ve bölünmeler bütün kitleleri, güçlü bir adamın “korumasını” istemeye yöneltti. (Örneğin: Başkan Trump, Filipinlerde Duterte, Hindistan’ın Modi’si, Türkiye’de Erdoğan, Rusya’da Putin) Bu durum aşırı laissez-faire taraftarlarını çok da endişelendirmiyor – Hayek’in Şili’de katil diktatör Pinochet’i serbestleştirici “reform”u acımasızca dayatması sebebiyle nasıl da desteklediğini hatırlayın.

Ve böylece finansal küreselleşme – Hayek’in beklentilerinin aksine – ABD, Doğu Avrupa, Hindistan ve Çin’de dünyayı otoriter ve totaliter bir çağa götürenin düzenleyici devlet değil, piyasa köktenciliği olduğunu kanıtladı.

İngiltere’de ortalama reel ücretler bugün 2008’den düşüktür, 2005’te olduğundan da daha yüksek değildir ve genel itibariyle böylesine kati bir durgunluk dönemi için Viktorya devrini anımsamalıyız. ABD’de bu durum çok sayıda çalışan için daha da ağır oldu. Bretton Woods dönemindeki ortalama yıllık kazançlar, 1970’lerin hemen sonrasına kadar istikrarlı bir şekilde yükselmişti. Daha sonra ‘küreselleşme’ ya da mali serbestleştirme dönemi boyunca Amerikan reel ücretleri durgunlaştı.

Bu, iddia ediyorum, Donald Trump’un yükselişini açıklıyor. Bu yalnızca bir açıklama, otoriterizminin veya onun yönetiminin akılcı olmayan korumacılığının savunusu değil.

Küreselleşme öncesi dünyada refah

Küreselleşmeden önceki otuz yıl, hükümetlerin sermaye akışlarını, sınırları boyunca yönettiği on yıllardı.Sonuç,mali sektörde tanınmış tarihçilerden, Barry Eichengreen ve Peter Lindert tarafından “uluslararası piyasalarda sükunetin altın çağı, devletin borcunu ödeyememesi durumunun ve likidite krizlerinin nispeten ender hale gelmesi, yani bir bakıma ‘durgun dönemde yaşa’ duasının gerçekleşmesi” şeklinde özetlenmiştir.

İstihdam her yerde yükseldi. Politikacılar ve ekonomistler işsizliği önemsiyorlar ve bunu azaltmak için çalışıyorlardı. Eşitsizlik ve gelir dağılımı daralmıştı. Üretkenlik arttı. Talep güçlüydü. Kamu borçları düştü. Mutlak yoksulluk içinde yaşayan insanlarda azalma eğilimi vardı. Ekonomik faaliyetteki genişleme gelişmiş ekonomilerde biraz daha hızlı gerçekleşmesine karşın, dünya GSYİH’sındaki yıllık ortalama artış – ekonomik faaliyetin genişlemesi – 1952-75 döneminde 1975’ten beri içinde olduğumuz dönemden daha yüksekti.

Küreselleşme – ya da finansal liberalleşme – ölmemekle birlikte gitgide daha az rağbet görüyor. Maalesef, kamusal öfke ve endişe, soyut, görünmez ve hesaplanamayan küresel maliyeye değil, sermaye, ticaret ve emeğin özgür, yönetilmeyen akışlarının somut sonuçlarına odaklanıyor. Küreselleşmenin savunucularının yanı sıra muhalifleri de ticaret ve emeğin akışına dikkat çekmeye devam ediyor, dolayısıyla dikkatleri/ilgiyi istikrarsızlık ve güvensizliğin başlıca nedenlerinden uzaklaştırıyorlar: küresel ekonominin iş, yatırım ve üretim alanlarında – bankalar ve finans sektörü hakim olduğunda ve reel ekonomiyi saptırdığında – finansallaşması. Bu, istihdam, ücret ve kazanç yaratan üretken sürdürülebilir faaliyetlere yapılan yatırımdan ziyade, reel ekonomiden makul maliyetli finansmanı esirgeme, spekülasyon ve riskle uğraşma, para ile para kazanma suretiyle yapıldı. Kısaca, finans sektörü reel ekonomiye hizmet etmek yerine efendisi haline gelmiş durumda.

Halk, sermayenin akışını yönetmenin zorunluluğunu anlayıncaya kadar; yabancı ülkelerdeki sermayeyi kendi topraklarına geri getirmek ve böylece, örneğin, küresel şirketlerin vergilendirilmesi üzerinde demokratik kontrolü yeniden sağlamak gibi, himayeciler öncelikle göçmenlere ve ticaret anlaşmalarına odaklanarak üstünlüklerini sürdürecekler, uzun sürecektir. Ve kendilerine göçmenler ve ticaret anlaşmalarını yönetebilecekmiş süsü veren otoriter liderler çok uzun süre güçlü kalmaya devam edeceklerdir.

Avatar photo

Sahra Işıkdemir

Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi

SONRAKİ GÖNDERİ

Modern Çağda Müttefiklerin Rolü: Batı Hükümetleri için Dört Seçenek

ÖNCEKİ GÖNDERİ

Küresel Güney İçin Bir Uluslararası İlişkiler ya da Küresel Uluslararası İlişkiler?

Ekonomi Politik

Çin’in Neden Olduğu Bir Kaynak Laneti?

Çin’in yürüttüğü diplomasi politikaları, kaynaklar bakımından zengin olan ülkelerdeki insan hakları problemlerini kötüleştiriyor mu? Venezüella’yı düşünün. Venezüella, dünyadaki en büyük petrol kaynaklarının birinin üzerinde oturuyor. İhracat kaynaklı kazancının nerdeyse tamamı petrolden geliyor…

Eşitsizlik Güncellemesi: Gelir Büyüdüğünde Kim Kazanır?

Birleşik Devletlerdeki büyüme giderek artan bir şekilde gelir eşitsizliğine yol açıyor. Bu eğilimdeki dikkat çekici bozulma ekonomik iyileşmelerin gelir artışının büyük kısmını en zengin ABD hane halklarına dağıtılmaya başlandığı 1980'lerde başladı.…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR