Uluslararası ilişkilerin çalışma alanı, Batı-merkeziyetçiliğine meydan okumak ve Küresel Güney’e daha fazla yer ve ses vermek için artan çabalara tanıklık etmektedir. Bu gayretler Batı-dışı Uluslararası İlişkiler, Post-Batıcı Uluslararası İlişkiler, Küresel Uluslararası İlişkiler vb. gibi, ancak bunlarla sınırlı kalmayan, çeşitli etiketler altında gerçekleşmektedir.
Muhakkak, bağlamları ve meydan okumalarıyla birlikte vurgulanan ve genellenen ‘‘Küresel Güneyi gündeme getirme’’ teşebbüsleri yeni değildir. Bağımlılık teorisi ve daha sonra, Postkolonyalizm bu yaklaşımların en önemli ikilisi olması gibi birkaç örnek düşünülebilir. Fakat, yakın zamandaki çabalar, Uluslararası İlişkiler disiplinin bütününü, özellikle başlıca teorilerini ve kavramlarını, daha genişletti ve hedef aldı. Onlar, Konstrüktivizmi (Acharya), İngiliz Okulunu (Buzan) ve hatta bazı realistleri (mesela Mohammed Ayoob’un Madun Realizmi) kapsayan, Marksizm ve Postkolonyalizm’e kıyasla daha geniş teorik perspektif aralığı getirdiler.
Fakat, etiketler üst üste binip ve kafa karıştırıcı olabilir. Post-Batıcılık, Batı ya da modern öncesi yahut Vestfalya öncesi tarihi ve kurumları ihtiva eder ya da dışlar mı? Batı ve Batı-dışı arasında ayrımlar anlamlı mı? (Onlar gittikçe artan bulanıklıklardır, ama ne yazık ki, Uluslararası İlişkilerin başlıca teorileri henüz bunu yansıtmamaktadır.) ‘‘Batı-dışı’’ ve ‘‘Post-Batıcı’’ arasındaki fark nedir? ‘‘Post-Batıcı’’ için konuşamam ancak ‘‘Batı-dışı’’ Uluslararası İlişkiler Teorisi, 2007’de ilk kez geliştirilmeye çalışıldığında, Küresel Güney’den (Çin dahil) fikirlerin, dile getirilenlerin ve tecrübelerin aşılanması ile mevcut Uluslararası İlişkiler teorilerine kritik gelişmelerin teşekkül bulması için çağrıda bulundu. Fakat bu, mevcut Uluslararası İlişkiler bilimi ve teorilerini yerinden etmek ve yerini almak için yapılan çağrı değildi. Yerinden etme hem pratik değildir hem de nahoştur. ‘‘Post-Batıcı’’ Uluslararası İlişkiler teorisi böyle bir yerine geçmeyi nereye kadar isteyecekti, emin değilim.
Paralellikten Kaçınmak ve Çoğulculuğu Kucaklamak
Bu sırada, Küresel Uluslararası İlişkiler fikri, 2015 ISA Başkanlık Yılı boyunca özetlendiği ve geliştirildiği gibi (Acharya, Global IR and Regional Worlds: A New Agenda for International Studies, ISQ, 58:4, 2014), Batı-dışı ve post-Batıcı Uluslararası İlişkiler şeklindeki kategorileri aşmaktadır. Uluslararası ilişkilerin geleceği hakkındaki söylemin çok yönlü fakat örtüşen konuşmalar içermesi gerektiğini savunmaktadır. Küresel Güney içindeki araştırmacılar topluluğuna münhasır söylem değil farklı kuramsal ve epistemolojik yaklaşımlar arasındaki bir diyalog olmalıdır. Uluslararası İlişkilerin geleceği hakkındaki diğer tartışmalara paralel mesafe kat etmemeli bilakis onlarla kesişmelidir. Küresel Güneyi ya da Doğu Asya gibi bölgeleri farklı ve muhtelif gören söylemler genellikle içe dönüktür ve onların iştirakçileri, ana akım Uluslararası İlişkiler bilginleri üzerinde fazla etki yapmaksızın birbirlerine rahatlık çıkarırlar.
Küresel Uluslararası İlişkiler, ana akım-eleştirel teorinin bölünmesi üzerinden kuramsal ve epistemolojik çoğulculuk ile seçmeciliğe seslenmektedir. Amaç çeşitli yaklaşımların yardımıyla Küresel Güney’in dışlanmasını ve marjinalleşmesini sonlandırmaktır. Realizm, Liberalizm ve konstrüktivizmin bazı biçimlerini gibi ana akım teorilerinin olduğu gibi bırakılması demek değildir fakat onların etnomerkezciliklerinin dağıtılmasına ve daha fazla kapsayıcı hale gelmesine meydan okumadır.
Şüphesiz, Küresel Güney için özel kaygıların olduğu konular vardır. Bu gibi konular gelişmişlik/az gelişmişlik, bölgeselcilik, toplumsal cinsiyet, insan güvenliği gibi konuları kapsayabilir. Ancak bu konular, her ne kadar farklı yollarla olsa da ana akım ve eleştirel Uluslararası İlişkiler literatüründen alaka görmüştür. Dikkat çeken bir istisna, ana akım literatüründe göz ardı edilen ya da oldukça yüzeysel bir biçimde incelenen, çoğunlukla küstah (üstün) tavır içindeki ırktır. Bazı durumlarda, ırk ve kadınlarda olduğu gibi, Batılı bilginler tarafından yapılan çalışmalar neo-marjinalleşme diye tanımladığım şeylere yol açtı.
Özel önemi layık olma konusunda ise Küresel Güney’in ekonomik, politik ve güvenlik açmazının biricik ve belirleyici diğer sorunları olabilir. Fakat onları incelemek için ayrı bir okul oluşturmak yararsız ve gereksiz olabilir. Evvela, mevcut Uluslararası İlişkiler teorileri Küresel Güney’in daha spesifik kaygılarını aksettirilmesinde ve ele alınmasında ne tekdüzendir ne de duraldır. Batıdaki bazı ana akım bilginleri (tanımladıkları teoriler yerine) bu tür genişlemeye mukavemet etmeye devam etmektedir, ancak Küresel Güney’in karşılaştığı sorunlar ve meydan okumalar ile meşgul olmaya gelince teorilerin kendileri bir sendikal işyeri (kapalı merkez) değildir.
Bununla birlikte, Küresel Güney ilminin kendisini, Küresel Güney’in konularını ya da Küresel Güney’in devletleri ve halkları için bilhassa kaygı uyandıran meseleleri incelemekle sınırlandırmaması gerektiğine inanırım. Küreselleşmiş ve çok düzeyli Dünyada, Kuzey ve Güney meseleleri arasında keskin çizgiler çizmek giderek daha da zorlaşmaktadır. Küresel Güney bilginleri açık seçik, genişçe ve kapsamlı olarak kendileri biçim vermelidir.
İkinci Nesil Meydan Okumalar
Küresel Uluslararası İlişkiler gibi bir paradigmayı geliştirirken, Uluslararası İlişkiler’in Batı-merkeziyetçiliğinden ıstırap çektiğini söylemek artık yeterli değildir. Ne de Batı-dışı tarih ve uygulamaların dışında kavramlar ve teoriler geliştirmeliyiz söylevi yeterlidir. Bu birinci nesil çabaları kendi istikametlerini işletmektedirler. Küresel Güney’i içerisine getirerek Uluslararası İlişkiler’i ilerletmek isteyenler için İkinci nesil meydan okuma, Batı-dışı bağlamdan türetilen kavramlar ve kuramlar, başlangıçta türetildikleri spesifik ulusal veya bölgesel bağlamın ötesine de uygulanabilirliğini göstermektedir. Bu özellikle Çin ve şimdilerde ortaya çıkan diğer Uluslararası İlişkiler okulları için bir meydan okumadır. Uluslararası İlişkilerin çoğullaştırılması görevine yardımcı olsalar da onlar, mevcut Uluslararası İlişkiler kuramlarının milletlerine veya bölgelerine nasıl uygulanamayacağının gösterilmesinden yana endişeli görünmektedirler, ancak kendi milletlerinin ve bölgelerinin ötesine geçmeyen “alternatif” anlayışlar ve yaklaşımlar sunmaya başlamışlardır.
Diğer bir kilit meydan okuma, Uluslararası İlişkiler ilmi Küresel Güney’in içerisine daha fazla tarih ve medeniyet getirmektir. Öğrencilere, eğer Uluslararası İlişkileri temel referans noktası olarak ulus-devlet ile çalışırlarsa, Batı’nın başat öge olduğu yaklaşık 500 yıllık tarih ile ilgileneceklerini anlatmak amacıyla American Üniversitesi’nde ‘‘Medeniyetler ve Dünya Düzeni: Küresel Uluslararası İlişkilere Giriş’’ adlı ilk yıl seminerimi başlatacağım. Ancak onlar Uluslararası İlişkileri medeniyetlerin bakış açısından çalışırlarsa, o zaman kısa süreli Vestfalya-Modeli/Batıcılık egemenliği haricinde 5000 yıllık tarih ile ilgileneceklerdir.
Küresel Güney araştırmalarında tarihin rolü yer oldukça düzensizdir. Uluslararası İlişkiler’de Latin Amerika ya da Afrika çağrılarından biri konuşulduğunda, Vurgu, Sömürge öncesi (ya da Kolomb öncesi, ancak ikinci terim, Batı Sömürgeciliğinin genel mahiyette mukayese edilebilir görünüşünü örtbas etme türüdür.) tarihten ziyade sömürge ve sömürge sonrasında görünmektedir. Alternatif geçmişlerini düzeltmedikleri takdirde, odak noktası, keşfe değil, çağdaş marjinalleştirme üzerine olacaktır. Bu, Küresel Güney’de etnomerkezciliği (ben merkezciliği- yabancı düşmanlığı) ya da bir tür kişilik-marjinalleşmesi oluşturacaktır. Maya, İnka vb. dahil olmak üzere Kolomb öncesi tarihten kavramsallaştırma (canlandırma), ister Amerika anakarasından (kuzey, orta ve güney) isterse başka yerlerden bilginler tarafından fazlaca girişim görmedim. Bu, bilginlerin Uluslararası İlişkiler içerisine Çin ve Hint medeniyet tarihini getirme çabalarıyla bariz zıtlık içerisindedir.
Sonuncusu ama en önemlisi, yeni bilginler çekmesine ve daha üst düzeyde çalışmalar meydana getirmesine rağmen Uluslararası İlişkiler alanında daha kapsamlı bir disiplin geliştirme çabaları henüz temel lisans ders kitapları seviyesine kadar yayılmadı. Küresel kalıtımı ve disiplinin kapsamını yansıtan bir lisans ders kitabı henüz bulunmamaktadır. En popüler ders kitapları inatla Vestfalyacı olarak ve sınırlı istisnalar (Avrupa’da ABD’den daha fazla) ile Batılı olmayan tarihlere, seslere ve perspektiflere destekler gibi görünür kalmaktadır. Batı’daki birkaç ders kitabı yayıncısının yakın hegemonyasından ötürü Uluslararası İlişkilerde lisans öğrencilerinin öğretiminde bu ön yargıyı ortadan kaldırmak acil bir gerekliliktir ancak kolay bir iş değildir. Ulusal ya da bölgesel istisnacılıkların ötesine bakmaları ve Küresel Güney ile ilgili olan Batılı ve Batılı olmayan akademisyenler arasında daha geniş bir topluluk ile etkileşim halinde oldukları takdirde, WISC ile bölgesel ve ulusal dernekler gibi grupların anlamlı bir rol oynayabileceği yerlerde olabilir. Paylaşılan görev, Küresel Güney için Uluslararası İlişkiler kurmak değil, Küresel Bir Uluslararası İlişkiler kurmaktır.