Bu seride sıklıkla akademik çalışmaların politikacılara ne anlatabileceği konusuna yoğunlaşıyoruz. Ancak, bu günlerde kendimi, özellikle de konu akademisyenlerin Amerikan ulusal çıkarları ve kamu yararı hakkındaki varsayımlarına gelince söz konusu siyasi çevrenin akademisyenlere ne anlatması gerektiğini düşünürken buluyorum.
Bilhassa Amerika’da güvenlik üzerine çalışanların çoğu, Amerika’nın ulusal çıkarlarının ne olduğunu ve (Amerika’nın ilgili çıkarları korumak için uluslararası sisteme daha fazla ya da daha az müdahale etmesinin anahtar olduğunun iddia edildiği durumlarda) bu çıkarları korumanın toplamda Amerika’ya yani yüksek kamu yararına nasıl bir fayda sağlayacağını objektif bir şekilde bilebileceğimizi varsayıyorlar. Trump yönetimini analiz ederken akademisyenler ister (Trump yönetiminin, Amerikan anti-terörizm faaliyetlerini tehdit eden bütçesi ya da Trump’ın beceriksizliğinin Amerika’nın güvenilirliğini zedelemesi gibi askeri gücünün sınırlarını gösteren olaylardan ders çıkarması gerektiğini iddia ederek) eleştirel olsun ister (Trump’ın askeri anlamdaki toparlanmasının geçmiş başarısızlıklarını ortadan kaldıracağını iddia ederek) Trump’ın politikalarını desteklesin, bu akademisyenlerin tümü ulusal çıkarların korunmasına kamu yararı atfetmektedir. Ulusal güvenlik konularına yoğunlaşan yakın zamandaki bir toplantıda, özellikle Trump’ın attığı tweetlere verilen farklı tepkiler ve toplantı molalarında siyasi sistemimizin ne kadar hileli/bozuk olduğuna dair yaptığımız konuşmalar arasındaki karşıtlık düşünüldüğünde, Amerika’nın ulusal çıkarlarını tartışanların kesinliğinden ve bu ulusal çıkarları korumanın ‘hepimizin’ yararına olacağına dair varsayımlarından ötürü hayrete düştüm.
Bu toplantıdan kısa bir süre sonra, barış inşası ile ilgili farklı bir toplantıya katıldım. Burada akademisyenler “ulusal çıkarlardan”, çok daha politik ve siyasi istikrarın altını oyabilecek potansiyelde bir şey olarak bahsediyorlardı. “Ulusal çıkarların” sürekli olarak dillendirilmesi, fırsatçı liderlere hitabet bağlamında bir yem ve bu liderlerin “kamu yararı” olarak görülebilecek en küçük bir şeye bile zarar verebilecek stratejiler izlemeleri için kaynak sağlıyordu. Nitekim, barış inşası literatürü, ulusal liderlerin dışlama/dışarıda bırakma faaliyetlerinin yumuşatılması gerektiğini öğütlemektedir. Barışın korunması insanların da korunmasını gerektirir. Ve insanların korunması, yalnızca askeri ya da ekonomik yeterlilikler gibi milli güvenliğin nesnel göstergelerinin değil günlük barış göstergeleri olan, herhangi bir topluluktaki bireylerin kendilerini güvende veya tehdit altında hissetmelerine nelerin sebep olduğunu da anlamak anlamına gelmektedir. Barış inşası çalışanlar sadece ulusal çıkarlar konusunda değil, aynı zamanda “iyi”nin tam olarak ne anlam ifade ettiği ve herhangi bir “milliyet” “topluluk” ya da “kamu”ya atfedilip edilemeyeceği hususlarında da eleştiriler getirmeye daha eğilimliydi. Bu perspektiften ulusal güvenlik konusundaki tartışmaya geri dönersek, “ulusal çıkarların”, “kamu yararına” eşitlenmesi dikkat çekici derecede idealisttir ve toplantıdaki katılımcılardan birinin ifade ettiği gibi “boynunda realist kartını taşıyanların” ulusal güvenlik tartışmalarında baskın olduklarını düşündüğümüzde bu durum ironiktir.
Son yapılan Amerikan başkanlık seçimlerinde net olan bir şey varsa o da Amerikan halkının ülkelerinin çıkarlarını bir kenara bırakın, ülkelerinin kimliği hakkında çok farklı görüşlere sahip olduğudur. Ve o zamandan beri bu farklılıklar sadece derinleşmiştir. Trump’ın onay oranının tarihi standartlara göre düşük olmasına rağmen asıl vurucu olan şey, Trump’ın demokratlar (%8), bağımsızlar (%35) ve cumhuriyetçiler (%87) arasındaki onay oranının farkıdır. Bazıları göçmen yasağı sayesinde kendini daha güvende hissetse de diğerleri daha az güvende hissediyor. Rosa Brooks’un, Richard Hass’ın ve David Kennedy’nin yakın zamanda çıkan kitaplarının da ortak fikri olduğu gibi bu durum egemenlik krizinin bir yansımasıdır. Kim olduğumuz ve neleri umursadığımız konusunda anlaşma sağlayamıyorsak ne milli çıkarlar ne de kamu yararı hususlarında politikaya yön verme noktasında ortak paydada fazlaca bir şey yok demektir. Ayrıca Trump’ı destekleyen veya eleştiren siyasi güçlerin, ulusal çıkarları politika aracı olarak kullandığına dair yeterince kanıt var. Nathan Sears’ın, Trump’a Morgenthau’nun politik gerçeklik anlayışından bir şeyler öğrenmesi gerektiği yönünde tavsiye vermesine rağmen (dün olanları bir kenara koysak bile) dünyanın gerçekleri güvenlik çalışan akademisyenlere bir durup realist varsayımlarının birazcık idealist olup olmadığını düşünmelerini söylemektedir.